Doktorun Vekaletsiz İş Görme Sebebiyle Sorumluluğu
Hastanın hayatını kurtarmak veya ağır bir zarara uğramasını engellemek için tıbbi müdahalede bulunan hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi yoktur. Taraflar arasında herhangi bir sözleşme ilişkisinin olmadığı ve hastanın rızasının da olumlu ya da olumsuz yönde var olmadığı durumlarda, hekimin, hastanın yararına tıbbi bir müdahalede bulunması halinde vekaletsiz iş görmeden söz edilmektedir.
Örneğin, bilinci kapalı bir hastaya, hekimin tıp biliminin kuralları çerçevesinde yapacağı müdahale 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 526 ve 527’de düzenleme altına alınan vekaletsiz iş görme olarak değerlendirilir ve hukuka uygun görülür. Aynı şekilde, bir toplantı ya da seyahat esnasında aniden fenalaşan bir kişiye, yakında bulunan bir hekimin ilk müdahalede bulunması yine vekaletsiz iş görme hükümlerine göre değerlendirilir. Bu hallerde, hastanın varsayılan rızasına ve üstün özel yararına uygun bir tıbbi müdahale olduğundan, bunun haksız fiil olarak değerlendirilmesi mümkün olmaz.
Vekaletsiz iş görme hükümlerine başvurulan bir başka durum ise, ameliyat devam ederken beklenmeyen ve hayati önem taşıyan bir durumun ortaya çıkmasıdır. Kural olarak hekim, hastasını aydınlatarak rızasını almış ve yapacağı tıbbi müdahale bu şekilde başlamıştır. Ancak, tıbbi müdahale devam etmekte iken daha önceden tespit edilememiş olan hayati bir durum ortaya çıkarsa ve hekim hastasının rızasını almadığı halde (ya da varsayılan rızasına dayanarak) ameliyata devam ederse yine vekaletsiz iş görmüş kabul edilir. Hekimin buradaki amacı hastanın ağır bir zarara uğramasını engellemek ya da hastanın hayatını kurtarmaktır. Bu amaçla hareket eden hekim, hasta ile aralarında hekimlik sözleşmesi var olsaydı, göstermesi gereken özeni göstermekle yükümlüdür. Vekaletsiz olarak tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren hekimin bu fedakarlığı, ona sözleşmeye dayalı olarak tedavi yapan hekime nazaran daha az özenli hareket etme hakkı vermez. Diğer yandan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 527/I’e göre, “vekaletsiz iş gören, iş sahibinin ağır bir zarara uğramasını engellemek için faaliyette bulunmuşsa, sorumluluğu daha hafif olarak takdir edilir” hükmünün, hekimlik faaliyeti acısından uygulanması uygun değildir. Zira insan hayatı ve sağlığı üzerinde faaliyet gösteren hekimin, her hal ve şart altında özenli hareket etmesi asıldır.
Hekim tarafından yapılan vekaletsiz iş görme niteliğindeki tıbbi müdahale, hastanın daha önce tedaviyi reddettiği bilinerek veya somut olayın özelliklerine göre bilinmesi gerekerek yapılmış ise, hekim tıbbi müdahale nedeniyle meydana gelen bütün zararlardan ve kazadan dahi sorumlu tutulur. Ancak, hastanın olumsuz iradesi hukuka ve ahlaka aykırı ise dikkate alınmayacağı gibi, bir haksız fiilden bedeni bir zarara uğrayan kişinin, tedavi yoluyla zararının artmasına engel olmak mümkün olduğu halde, buna rıza göstermemesi bir müterafık yani ortak kusur niteliğinde kabul edilir.
Toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir ( Süleyman Yalman, Türk-İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden DoğanSorumluluk, Ankara 2006, s. 37 ).
Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu ( culpa in contrahendo ) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı ( MK. m. 2 ) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur ( Fikret Eren,Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083; İlhan Ulusan,Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287 ). Başka bir ifadeyle, sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur ( Süleyman Yalman, age., s.38 ).
Zira, sözleşme görüşmelerine başlanmasıyla birlikte taraflar arasında temeli dürüstlük kuralına dayanan bir güven ilişkisi meydana gelir ve bu ilişki koruma yükümlerini de içerir. Bundan dolayı sözleşme görüşmelerinde taraflardan herbiri veya yardımcıları, diğer tarafa veya onun himayesinde bulunan kişilerin şahıs ve mal varlıklarına zarar vermeyi engellemek için gerekli dikkat ve özeni göstermek ve koruma yükümlerine uymak zorundadırlar. Çünkü, koruma yükümleri, ifa menfaati dışında kalan diğer şahıs ve mal varlığı değerlerine zarar vermemeyi ihtiva eder. Sözleşme öncesi koruma yükümlerinin ihlali, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğa sebebiyet verir ( Ayfer Kutlu Sungurbey,Yetkisiz Temsil Özellikle Culpa in Contrahendo -Sözleşmenin GörüşülmesindeKusur- ve Olumsuz Zarar, Haziran 1988, s.103 vd.; Fikret Eren, age., s.1086,1091 ).
Davaya konu eser sözleşmesinin ifa edildiği sırada yürürlükte bulunan Hasta hakları Yönetmeliğinin 24.maddesi uyarınca tıbbi müdahaleden önce hastanın rızasının alınması şarttır. Bu rızanın, hastanın tıbbi müdahale ve sonuçları hakkında bilgilendirilmesinden sonra alınacağı ise izahtan varestedir. Somut olayda ise, ameliyatın gerçekleştiği hastanece düzenlenen belgeden, ameliyat sonrası ortaya çıkabilecek komplikasyonlar konusunda bir bilgilendirme yapılmadan davacının rızasının alınması ile yetinildiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, mahkemece dinlenilen davalı tanığı, davalının bölüm başkanı olduğu plastik cerrahi bölümünde asistan doktor olarak görev yaptığını, davacıyı tanımadığını ancak davalının hastaları ile ameliyat öncesinde konuşarak ameliyat hakkında bilgi verdiğini beyan etmiştir.
Şu durumda; davalı yüklenicinin, davacı iş sahibini, eser sözleşmesinin ifasından sonra ortaya çıkabilecek komplikasyonlar hakkında bilgilendirmediği, dolayısıyla özen ve sadakat borcunu gereğince yerine getirmeyen davalı yüklenicinin ortaya çıkan zarardan sorumlu bulunduğu ortadadır.
O halde mahkemece; davalının kusurlu davranışıyla istediği sonuca ulaşamamasına rağmen tedavi bedelini ödemek zorunda kalan davacının, uğradığı bu zarar ile birlikte vücudunda oluşan komplikasyonların giderilerek eski hale getirilmesi için gerekli tedavi giderinden ibaret olan maddi tazminat talebinin bilirkişi marifetiyle belirlenmesi ve sonrasında davacının çektiği ızdırap durumu da gözetilerek uygun bir manevi tazminatın takdir edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile istemin tümden reddi doğru görülmemiştir.
Dava konusu uyuşmazlık, estetik amaçlı yapılan ameliyat neticesinde, yüklenicinin hatasına dayalı olarak işin sözleşmeye uygun yapılmaması nedeni ile verilenlerin iadesi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dosyada mevcut Adli Tıp Kurumunun raporunun incelenmesinden; “Burun operasyonu sonucunda burunda kalan eğriliğin, bu ameliyatın beklenen sonuçlarından olduğu, ikinci göğüs ameliyatından beklenen sonucun alınamadığı, bu durumun silikon protez etrafında kapsül oluşumu olduğundan beklenen sonuçlardan iken, kapsül oluşumu olmadığı durumlarda doktor kusuru olarak değerlendirilmesi gerektiği, dosya içindeki fotoğraf belgelerinde kapsül oluşumunu gösteren tipik bulgular olmadığı, adli dosya kapsamında kapsül olduğunu gösteren başka belgeler de yer almadığı göz önüne alındığında, davalının eyleminin tıp kurallarına uygun olmadığı, ortaya çıkan kusurun büyük oranda düzeltilmesinin mümkün olduğu” sonucuna varıldığı görülmüştür.
Estetik amaçlı yapılan ameliyat neticesinde, davalı doktorun göğüs ve burun estetiğine ilişkin olarak yaptığı operasyonda Adli Tıp Kurumu raporunda da belirtildiği üzere davalı doktorun kusurlu ve yapılan operasyonun da yine raporda belirtildiği üzere ayıplı olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığından, yapılan işe, işin ayıplı olmasına, davalının kusuruna ve yapılan ödemelere göre değerlendirilip, davacının ameliyat ücreti olarak ödediği bedelin iadesine ilişkin olarak tespit yapılıp hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın operasyon bedeli olarak ödediği bedele ilişkin alacak talebinin tümden reddi cihetine gidilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle bozulmuştur.
Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği’nin 26. maddesinde de konuya dair düzenleme yapılmış ve “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamıyla yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır’ düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim yada hastanededir.
Davacı tarafından 16.5.2009 tarihli Aydınlatılmış Onam Formu içeriğinde “Dr. E. D. tarafından şu andaki hastalığımın tedavisinde uygulanabilecek yöntemler anlatıldı, bunların içinde doktorumun önerdiği tedavi yönteminin olası riskli durumlarını ve tedaviyi kabul etmezsem hastalığımın seyrinin kötü yönde etkileneceğini anladım. Bu bilgiler ışığında kendi serbest irademle abdominaplasti meme küçültme tedavisinin bana uygulanmasını onaylıyorum “ifadelerinin yer aldığı işlemin tıbbi sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığı ve davacının bu işleme rıza gösterdiği yazılı ise de, bu rızanın az yukarda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Anılan belgede önerilen tedavi yönteminin başarı şansı ve süresi, bu yöntemin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, tıbbi sonuçları ve olası komplikasyonları konularında bir açıklama bulunmamaktadır. Somut olayda genel soyut ibarelerle düzenlenmiş bir muvafakatname vardır.
Yine 13.11.2006 tarihinde imzalanan Muvafakatname belgesinde de “…cerrahi müdahaleyi yapacak olan Op. Dr. E. Durmuş, bana ameliyatı ayrıntılı bir şekilde anlattı. Bende bu müdahalenin şeklini ve sonuçlarını ve daha sonra ortaya çıkabilecek komplikasyonları tamamen anladım. Ben 1. maddede belirtilen ameliyatta, ameliyat esnasında evvelden akla gelmeyen durumlarda gerek görüldüğü takdirde ilave ve farklı şekilde müdahalelerin yapılabileceğini kabul ediyorum. Ben anestezi doktorunun benim için uygun olarak seçtiği anestetik madde ve şeklini onun direktif mesuliyet ve kontrolü altında tatbik etmesini uygun buluyor ve kabul ediyorum” ifadelerinin yer aldığı, sözkonusu ifadelerin soyut genel ibareler olup hastanın olası risk ve komplikasyonlar konusunda somut ve yeterli bir şekilde aydınlatıldığının mevcut belgelerle hekim tarafından ispatlanamadığı hususu sabittir.
Şu durumda; davalı yüklenicinin, davacı iş sahibini, eser sözleşmesinin ifasından sonra ortaya çıkabilecek komplikasyonlar hakkında yeterince bilgilendirmediği, dolayısıyla özen ve sadakat borcunu gereğince yerine getirmeyen davalı yüklenicinin ortaya çıkan zarardan sorumlu bulunduğu ortadadır.