A-) Doktorun Hukuki (Tazminat) Sorumluluğu
Hekimin hukuki sorumluluğu, hekimin tıbbi müdahale esnasında hukuka aykırı olarak hastasına vermiş olduğu zararı tazmin etmekle sorumlu olmasını ifade eder.
Tıbbi yanlış uygulama, yani malpraktis “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar” şekilde tanımlanmaktadır.
Hekimin hukuki sorumluluğunun kusur sorumluluğuna denk geldiği kabul edilmektedir.
Hekimlik mesleğinin icrası sırasında, hekimlik mesleğinin öngördüğü kuralların ihlal edilmesi, kasti ve ihmalkâr davranılması sonucunda hastanın vücut bütünlüğünde bir zarar meydana gelirse, kusur nispetinde hekimin sorumluluğuna gidilebilecektir.
Sorumluluğun Hukuki Niteliği
Hastanın bir kamu hastanesine başvurması durumunda hastane ve hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi söz konusu olmaz. Devlet hastanelerinde kamu hizmeti verildiği için buradaki ilişki vekâlet ilişkisi değildir, idare hukuku ilişkisi söz konusu olmaktadır. Hasta burada hizmetten yararlanan konumundadır. Dolayısıyla sorumluluk idare hukuku kurallarına göre çözümlenir. Bu nedenle, kamu hastanesindeki tedavilerden bir zarar görülürse, somut olayın özelliklerine göre devlete veya ilgili kamu tüzel kişisine karşı dava açılabilir; doktor veya öteki sağlık personeli hasım gösterilemez. Kamu hastanelerinde yapılan tıbbi müdahale ve bakım hizmeti (hizmet kusuru) yüzünden zarar gören kişi, öncelikle devleti veya ilgili kamu tüzel kişisini İdare Mahkemesi nezdinde (tam yargı davası) dava edebilecek; davacıya tazminat ödemek zorunda kalan devlet de ilgili personele rücu edebilecektir. Ancak hizmet kusuru dışında, kamu görevlisi olmasına karşın hekimin veya herhangi bir hastane personelinin haksız eylem niteliğinde “görevden ayrılabilir kişisel kusuru” varsa, haklarında doğrudan “adli yargı” yerinde dava açılabilmektedir.
Hastanın bir özel hastaneye başvurması durumunda ise hastane ile hasta arasında hem tıbbi hem de diğer mutat edimleri (yatırma, yeme-içme) yerine getirmeyi üstlendiği “hasta kabul sözleşmesi” vardır. Bu edimlerden tıbbi tedavi ve hastane bakımı vekâlet sözleşmesinin; barındırma, kira veya otelcilik sözleşmesinin unsurlarını içinde taşır. Hastaneye kabul sözleşmesinin asıl edimini oluşturan tıbbi tedavi ediminin ait olduğu tip, yani vekâlet sözleşmesi hükümlerine tabi tutulması, ancak diğer yükümlülüklere ilişkin tipik sözleşme hükümlerinin (barınma için kira, yeme-içme için satım gibi) de niteliklerine uygun düştüğü oranda kıyasen uygulanması gerekir. Tedaviyi yürüten hekim veya yardımcı personel sözleşmenin tarafı olmadığından hasta doğrudan hastane ile muhatap olur. Hekim ise hastane adına hastaya tedavi hizmeti sunan kişi yani TBK m.116’daki tanımıyla ‘ifa yardımcısı’ konumundadır. Hastane, hekimin hatalı tıbbi uygulamasından ötürü ifa yardımcısının davranışlarından kusursuz olarak sorumlu olur.
Hasta, doğrudan doğruya sağlık hizmeti için bağımsız çalışan hekime başvurmuş olursa, aralarındaki ilişki kural olarak vekâlet sözleşmesine dayanmaktadır.
Hekimin hukuki (tazminat) sorumluluğunun kaynağının, sözleşme ilişkiden, haksız fiilden veya vekâletsiz iş görmeden kaynaklandığı söylenebilir.
Hekiminin hatalı tıbbi müdahalesinden doğan sorumluluğunun hizmet sözleşmesine dayanmadığı hem uygulamada hem de öğretide kabul edilen bir husustur. Zira hasta ile hekim arasında, hizmet akdinin temel unsurlarından biri olan bağımlılık unsuru bulunmamaktadır.
Sonucun garanti edilmesi söz konusu olmadığından tedavi amacı güden hekimlik sözleşmesi için eser sözleşmesi hükümlerinin uygulanması mümkün görülmemektedir. Ancak Yargıtay, estetik amaçlı ameliyatların bir sonucu garantilemesi unsuru ağır bastığından bu ameliyatlar nedeniyle oluşan hukuki ilişkiye eser sözleşmesi hükümlerini uygulamaktadır. Diş ve ortopedi alanlarında da (protez vb.) sonucun garanti edildiği eserlerin ortaya konulduğu tedavilerde, yine eser sözleşmesi hükümleri geçerli olacaktır.
Vekâlet, müvekkilin iradesine ve menfaatine uygun bir sonuca yönelen bir işi vekile görmeyi, işin illa da başarı ile sonuçlanmasının vekile ait olmamak üzere, nispeten bağımsız denilebilecek, iş yapma ya da iş görme borcunu vekile yükleyen bir sözleşmedir. Estetik ameliyatların eser sözleşmesi kapsamında değerlendirildiği hususu hariç, genel olarak hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkinin vekâlet sözleşmesine dayandığı konusunda görüş birliği bulunduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 18/11/1991 tarih, 1991/8375 E. ve 1991/14336 K. Sayılı ilamında “…hasta muayene ve tedavi için kendisine müracaat ettiğinde ve hekim muayene ve tedaviye başladığı anda akdi ilişki kurulmuş olur. Bu ilişki hukuken BK.’nun 386. Maddesinin 2. fıkrası uyarınca vekâlet akdidir.” şeklinde karar vermiştir.
Zaruret halinde olan bir hastanın hayatını kurtarmak veya zarar görmesini engellemek için hatalı tıbbi müdahalede bulunmak, ameliyat sırasında yeni bir müdahalenin daha yapılmasının gerek görülmesi nedeniyle ameliyatı genişletirken tıbbi hatalı uygulamada bulunmak, durumlarında olduğu gibi, zaruret hasıl olan durumlarda hekim, hastaya müdahale etmiş ve tıbbi kötü uygulamaya sebep olmuşsa, vekâletsiz iş görme hükümlerine göre hekimin sorumluluğuna gidileceği açıktır. Bu durumda da hekim özen borcu altındadır ve tıbbi müdahalede hiç bir menfaati bulunmasa bile gerekli özeni göstermek zorundadır.
Hekimin kişisel düşmanlığı yüzünden hastanın hayatına son vermesi ya da hekimin hiç haber vermeksizin bir kişi üzerinde deney uygulaması olayında olduğu gibi, hastaya yapılan hatalı tıbbi müdahalede, hekim ile hasta arasında sözleşmeye dayalı hukuki bir ilişki bulunmuyorsa, ayrıca hatalı tıbbi müdahalede vekâletsiz iş görmenin şartları da bulunmuyorsa, yapılan hatalı tıbbi müdahalede, hekimin haksız fiil sorumluluğuna gidilebilecektir.
Hekimin Sözleşmeden Doğan Sorumluluğu
Hekimin sözleşmeden doğan sorumluluğundan söz edebilmek için aşağıda belirtilen koşulların varlığı gerekir.
a. Bir Sözleşmenin Varlığı
Tedavi sözleşmesinin hukuki niteliği tartışmalı olmakla birlikte, teoride ve Yargıtay kararlarında genel olarak kabul edilen görüş, tedavi sözleşmesinin hukuki niteliğinin vekâlet sözleşmesi olduğudur.
Tedavi sözleşmesinin geçerliliği konusunda herhangi bir şekil şartı öngörülmüş olmadığından, tedavi için hastanın hekime başvurması ve hekimin tedaviye başlaması veya hekimin hastanın faydasına onu muayene etmesi ve hastanın bu duruma ses çıkarmayarak reçete alması, ücret ödemesi durumlarında olduğu gibi tedavi sözleşmesi, taraflar arasında zımni irade beyanıyla kurulabileceği gibi açıkça irade beyanı şeklinde de kurulması mümkündür.
TBK’nın 503.maddesi uyarınca tedavi konusundaki hastanın icabını hekim derhal reddetmediği takdirde, tedavi sözleşmesinin taraflar arasında kurulmuş olduğu varsayılacaktır.
b. Sözleşmenin İhlal Edilmiş Olması
Hasta iyileşememiş olsa bile hekim, bilimsel tıp biliminin gereklerini ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmiş ise sorumluluklarını yerine getirmiş sayılacak ve herhangi bir sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Hekim, tedavi sözleşmesinde, tedavinin mutlaka başarılı olacağını garanti edemez.
Tedavi sözleşmesinden doğan ve ihlali halinde hekimin sorumluluğunun söz konusu olabileceği yükümlülüklere aşağıda kısaca değinilmiştir.
b1. Teşhis Koyma
Hukuki bakımdan teşhis koyarken hekimin uyması gereken kesin belirli kurallar bulunmamaktadır. Ne var ki teşhis koyarken hekimin önce hastalık öyküsünü (anemnez) alması, hastaya sorular sorarak ve hastayı muayene ederek hastalığın çıkış sebeplerini araştırması, daha önce hastayı muayene etmiş hekimlerin bulgularını da dikkate alarak, röntgen, grafik, mikroskobik ve kimyasal araştırmalar gibi tıbben kendisinden beklenen zorunlu araştırma önlemlerine başvurması ve somut olayın özelliklerine göre gerekli araştırmalar yaptıktan sonra şahsi tecrübesinden de yaralanarak teşhis koyması gerektiği kabul edilmektedir.
Tıp biliminin olağan ve bilinen kurallarına uyarak somut olayın özelliklerine göre gerekli araştırmaları yaparak ve elde ettiği bulguları özenle takdir etmiş olan hekim, sırf konulan teşhisin yanlışlığı dolayısıyla sorumlu tutulamaz. Ancak hekim gerekli araştırmaları yapmadan teşhis koyar veya elde edilen sonuçları mesleki eksikliği nedeniyle doğru değerlendiremezse hekimin sorumluluğu söz konusu olacaktır.
b2. Aydınlatılmış Onam
Hekimin hastaya karşı tıbbi müdahalesinin, hukuka aykırılığını ortadan kaldıran hastanın rızasının hukuken geçerli olabilmesi için, hastanın aydınlatılmış onamının alınmış olması bir ön koşuldur. Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası, hukuka uygunluk nedeni olarak öngörülmektedir.
Hastayı aydınlatma sorumluluğu, tıbbi müdahalede bulunan hekim tarafından gerektiği şekilde yerine getirilmezse hastanın rızası geçersiz olacağından, usulüne uygun bir tıbbi müdahale olsa bile, bu müdahale hem sözleşmeye, hem hukuka aykırı olur ve hekim, tedavinin olumsuz bir sonucu için kusuru bulunmasa dahi meydana gelen zarardan sorumlu olacaktır.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 31. maddesinde hastanın rızası konusu; “Rıza alınırken hastanın ve kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın uygulanabilecek tıbbi müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbi işlemleri de kapsar. Ancak tıbbi işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik’te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlal edilmemesi için azami ihtimam gösterilir” şeklinde düzenlenmiştir.
Hastaya, konulan teşhis ve yakalanmış olduğu hastalığın özellikleri hakkında bilgi verilmesi, tedavi edilmediği takdirde, tespit edilen hastalığın neden olabileceği olumsuz sonuçların anlatılması, hastaya tatbik edilmesi düşünülen tıbbi müdahalenin şekli, türü, kapsamı, tedavinin olası riskleri, komplikasyon ve ihtimal dahilindeki sonuçları hakkında bilgi verilmesi, hekimin aydınlatılmış onam sorumluluğunun muhtevasıdır. Hukuken hasta neye onay verdiğini bilmesi gerektiğinden, bu şekilde yapılacak aydınlatmadan sonra hastanın tıbbi müdahaleye muvafakatinin geçerliliğinden söz edilebilecektir.
Aydınlatılmış onamın alınacağı kişi ayırt etme gücüne sahip değilse (veya küçükse), kanuni temsilcisi usulü dairesinde aydınlatılmalıdır; kişinin kanuni temsilcisi yoksa, bu durumda yakınları usulü dairesinde aydınlatılabilir. Aydınlatma sorumluluğunun sözlü olarak da yerine getirilebilmesi mümkün olmakla beraber, sözlü açıklamaların yaratacağı ispat güçlüğü nedeniyle hazırlayıcı nitelik taşıyan ve ispat kolaylığı sağlayan yazılı aydınlatma yapılmasının daha uygun olacağı kabul edilmektedir.
Doktrinde ve yargı kararlarında, hekim karşısında zayıf durumda bulunan hastayı korumak düşüncesiyle ispat yükünün hekimde olduğunun kabul edildiği söylenebilir.
b3. Hastayı Tedavi Etme
En uygun tedavi yöntemini somut olaya göre seçecek olan hekim, genel olarak tıp bilimi ve uygulamasında kabul edilmiş esasların zorunlu kıldığı özeni göstererek, hastanın zarar görmesini önleyecek her türlü tedbiri alarak seçilen tedavi yöntemini tatbik edecektir. Ne var ki, hekimin uyguladığı tedavinin mutlaka başarılı sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna göre, özenle gerçekleştirilen tıbbi bir müdahaleye rağmen yine de hasta iyileşmemiş ise hekimin sorumluluğundan söz edilmeyecektir.
b4. Sadakat ve Özen
Hekim kendi parasal çıkarlarını, hastanın çıkarlarından üstün tutarak daha fazla tedavi ücreti alabilmek için hastaya yanlış bilgi vermemeli, gerekmediği halde tedaviyi gereksiz yere uzatmamalı veya faydalı olmadığını bildiği halde bir tedaviyi ücret almak için tatbik etmemelidir.
Hekim, aynı hal ve şartlar altında, mensup olduğu branşta ortalama düzeydeki bir hekimin göstermesi gereken özeni göstermekle sorumlu olacağı kabul edilmiştir.
b5. Tıbbi Müdahalede Yapılan İşlemleri Kayda Geçirme ve Sır Saklama Sorumluluğu
Hekim, Türk Borçlar Kanunu’nun 508. maddesi hükmü gereğince, hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, hastasına ilişkin bütün kayıtları düzenli bir şekilde tutmak ve bunlar hakkında hastasına açıklama yapmak sorumluluğu altındadır. Hastaya ilişkin kayıtların düzenli tutulması açılacak sorumluluk davalarında kusurun tespiti noktasında büyük önem taşımaktadır.
Hekimin ve hekimin yardımcı şahıslarının, tıbbi faaliyeti dolayısıyla hastaya ilişkin öğrendiği sırları gizli tutup, üçünü kişilere ifşa etmeme sorumluluğu bulunmaktadır.
c. Hekimin Kusurlu Olması
Hekimin hukuki sorumluluğu konusunda kusursuz sorumluluk değil, kusura dayalı sorumluluk esastır. Kusur, kast veya ihmal olarak ortaya çıkabilir. Hekim her türlü ihmalinden sorumlu olmakla beraber, ihmalin ağırlığı, gerek sözleşme dışı sorumlulukta, gerekse sözleşmeden doğan sorumlulukta, sadece tazminat miktarının belirlenmesi bakımından önem arz etmektedir.
Meslek kusuru (malpraktis), tıp bilimi ve uygulamasında genel kabul gören prensiplere dayanan tıbbi özen sorumluluğunun hekim tarafından kusurlu olarak ihlal edilmesidir.
Komplikasyon (kabul edilebilir risk) ise tıbbi müdahale sırasında hekimin, tıp bilimince genel kabul edilmiş tıbbi uygulamalarına rağmen meydana gelmesinde kaçınılamayan zararlar olarak tanımlanmıştır.
Meslek kusurlarından hekimlerin sorumlu tutulması kural iken, sözleşmeden doğan diğer yükümlülüklerini ihlal etmemiş olmak şartıyla, komplikasyon nedeniyle hekimin sorumluluğu söz konusu olamaz.
d. Bir Zararın Meydana Gelmiş Olması
Hekimin kusurlu davranışı nedeniyle meydana gelen zarar, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hekimin hukuki sorumluluğu sonucu oluşan maddi zarar, tedavi sözleşmesine uygun bir tedavi yapılmış olsaydı hastanın kavuşacağı sağlık durumu ile yürütülen tedavinin gerçek sonucu arasındaki farkın kişinin malvarlığına yansıması şeklinde tezahür eder.
Hekimin kusurlu tıbbi müdahalesi nedeniyle yeni bir ameliyata gereksinim duyan hasta bakımından yapılacak ikinci ameliyatın masrafları fiili zarara, hekimin kusurlu tıbbi müdahalesi nedeniyle çenesinde ve burnunda sabit iz kalan medyatik hastanın bu durum dolayısıyla iş sözleşmeleri iptal edilmiş veya gelen tekliflerde azalmadan dolayı mahrum kalınmış muhtemel parasal azalmanın da, kazanç kaybına örnek olarak gösterilmesi mümkündür.
Hekimin kusurlu tıbbi müdahalesi sonucu hasta hayatını kaybetmiş ise yakınlarının destekten yoksun kalma tazminatı talep ve dava edebileceği tartışmasızdır.
Tıbbi kötü uygulama sonucu, kişinin şahıs varlığına yapılan hukuka aykırı tecavüzler neticesinde duyulan manevi ve bedensel acı, ıstırap, hayat zevklerinde meydana gelen eksilmeye de manevi zarar denilir. Hastanın ölümü halinde yakınlarının, tıbbi kötü uygulamada bulunmuş kusurlu hekimden manevi tazminat talep ve dava edebilecekleri kuşkusuzudur.
İspat yükü elbette davacı hastanın üzerindedir.
e. Uygun İlliyet Bağının Varlığı
Hukuk nezdinde, tıbbi faaliyetlerindeki hekimin kusurlu davranışı, olayların normal akışına ve genel hayat tecrübelerine göre hastada meydana gelen zararı oluşturmaya elverişli ise illiyet bağının varlığından söz edilebilecek ve hekim sorumlu tutulabilecektir. Ancak tedavi sözleşmesinin hekim tarafından ihlali normal hayat tecrübelerine göre zararı doğurmaya elverişli değilse, uygun illiyet bağı yokluğundan dolayı, hekimin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
B-) Hatalı Tıbbi Uygulama Nedeniyle Hekime Karşı Açılabilecek Tazminat Davaları
a. Maddi Tazminat Davası
Hatalı tıbbi uygulama sonucunda ölüm durumunun veya bedensel zararın gerçekleşmesi halinde, maddi tazminatın kapsamı farklı kalemleri kapsayacaktır.
a1. Bedensel Zarar
Türk Borçlar Kanunu 54. Maddesinde “Bedensel zararlar özellikle şunlardır: tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar” düzenlemesine yer verilmiştir.
-Tedavi Giderleri
Tedavi giderleri, muayene, teşhis, tahlil, hasta nakil giderleri, hastanın evinde tedavi gördüğü süre içinde hastabakıcı veya hemşire tutması durumunda, bunlara ödenen paralar ile, ameliyat, ilaç, organ nakil ve organ kaybedilmesi, protez takılması, tekerlekli sandalye, bakım, fizik tedavi, kaplıca, korse ve saire giderlerdir.
– Kazanç kaybı, iş gücünün azalmasından ya da kaybedilmesinden doğan zararlar
Burada söz konusu olan kayıp ya da azalma, kazanç azalması veya kaybı değildir. Mutazarrırın çalışma gücünün azalması ya da kaybedilmesidir.
Hatalı tıbbi uygulamadan zarar gören kişinin çalışma gücü, kaybedilmiş veya sürekli olarak azalmışsa zarar geleceğe ilişkin ve farazi olarak hesaplanacaktır. Şüphesiz burada bir kazanç kaybından, dolayısıyla yoksun kalınan bir kardan söz edilecektir.
Hatalı tıbbi uygulamadan zarar gören kişinin çalışma gücündeki azalma sona ermiş ya da tamamen iyileşme meydana gelmiş ise zarar, hatalı tıbbi uygulama sonucu zarar görenin iyileşme anına kadar çalışamamasından doğan kazanç kaybı ile niteliği itibariyle fiilen yoksun kalınan kar şeklinde olacaktır.
– Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan zararlar
Özellikle, mesleği gereği sürekli olarak toplum içinde olan film ve tiyatro sanatçıları gibi hastalar, hatalı tıbbi uygulamaya maruz kalmaları sonucunda bedensel bütünlüklerinin zarar görerek fiziki şekillerinin anormal derecede değişmesi, kötürüm kalması, akıl veya hafıza zayıflığına uğraması sonucu ekonomik gelecekleri ciddi anlamda tehlike altına girebilecek ve ekonomik olarak zarar görebileceklerdir. Bu durumlarda, bedensel bütünlüğü zedelenen kişi çalışma gücünü tam olarak korusa bile, iş piyasasında, ekonomik rekabette yeni bir iş bulmakta veya işini korumakta zorlanabilir ya da çalışsa bile eskisine oranla daha çok güç sarf etmek zorunda kalabilir, hatta işinden çıkartılarak işsiz de kalabilecektir. Bu durum, ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan zararlar olarak kabul edilir.
a2. Ölüm
Türk Borçlar Kanunu 53. maddesinde; “Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır: 1. Cenaze giderleri. 2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. 3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Hatalı tıbbi uygulama sonucunda hasta ölmüşse, maddi zararlar, ölüm dolayısıyla yapılan masraflar, bilhassa cenaze giderleri, diğer bir ifadeyle, gömme masrafları, cesedi yıkama, kefenleme, taşıma, tabut, otopsi, yemek, mezarlık ve mezar taşı gibi kalemler, ölüm hemen gerçekleşmemişse, tedavi giderleri, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğramış oldukları maddi kayıplar gibi, ölenin sosyal, ekonomik durumuna ve dini inanışına uygun doğrudan ilgili giderler, maddi tazminat kalemleri olarak istenebilecektir.
b. Manevi Tazminat Davası
Türk Borçlar Kanunu 56. maddesinde; “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.
c. Yetkili ve Görevli Mahkeme
Hatalı tıbbi uygulama özel bir hastanede veya bağımsız çalışan hekimin işyerinde meydana gelmişse, görevli mahkeme Tüketici Mahkemeleri’dir. Ancak dava doktorun sigorta şirketine yöneltiliyorsa, görevli mahkeme Ticaret Mahkemesi olacaktır. Dava, davalı bağımsız çalışan hekimin veya özel hastanenin yerleşim yerinde veya davacı hastanın yerleşim yerinde açılabilir. Haksız fiilden kaynaklanan sorumluluk halinde ise ayrıca, haksız fiilin gerçekleştiği yerde de dava açılabilir.
Hatalı (hizmet kusuru) tıbbi uygulama kamu hastanelerinde meydana gelmişse, görevli mahkeme İdare Mahkemesi’dir. Ancak, hizmet kusuru dışında, kamu görevlisi olmasına karşın hekimin veya herhangi bir hastane personelinin haksız eylem niteliğinde “görevden ayrılabilir kişisel kusuru” varsa, ayrıca haklarında doğrudan “adli yargı” yerinde dava açılabilmektedir. Bu son durumda görevli mahkeme ölüm ve bedensel zararlar nedeniyle Asliye Hukuk mahkemesi iken, bakım ve tedavide eksiklik, ücret ve hizmet uyuşmazlığı gibi konularda tüketici mahkemesidir.
d. Dava Açma Süresi
Özel hastaneye veya hekime karşı açılacak tazminat davası, haksız fiil sorumluluğuna dayanıyor ise, davanın, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl ve her hâlde fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Ancak fiil aynı zamanda Ceza Kanunu’nu ihlal ediyor ise, dava Ceza Kanun’da o suç için öngörülen dava zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir.
Özel hastaneye veya hekime karşı açılacak tazminat davası, vekâlet sözleşmesine dayanıyor ise, davanın 5 yıl içerisinde açılması gerekir.
Özel hastaneye veya hekime karşı açılacak tazminat davası, estetik, diş veya ortopedik protezde olduğu gibi bir eser sözleşmesine dayanıyor ise, davanın 5 yıl içerisinde açılması gerekir. Ancak, hekimin ağır kusuru halinde zamanaşımı süresi 20 yıl olacaktır.
Özel hastaneye veya hekime karşı açılacak tazminat davası, vekâletsiz işgörme hükümlerine dayanıyor ise, davanın 10 yıl içerisinde açılması gerekir.
Kamu hastanesinde çalışan bir hekimin tıbbi uygulama hatası(hizmet kusuru) nedeniyle oluşan maddi-manevi zararın tazmini istemi zararın öğrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde dava edilmelidir.